Yalnızlığa Mülteci
Yalnızlıktan dem vuranların feryadı, yalnızlığa sığınmak isteyenlerin fısıltısından daha derin bir hakikati taşır bence. Çünkü ilkinde, insanın yaşadığı o yakıcı gerçeklerin acısıyla kendinden bir firar arzusu vardır. İkincisinde ise, o kişinin kişinin gerçeğiyle, hayali bir iç gelişimi, kendine bir kaçış düşü kuruluş.
kendilerinden uzaklaşmak ve benliğe dönmek... Ne kadar ayrı kutuplarda durmak gibi değil mi? Oysa belki de aynı yolun iki farklı yüzüdür bu; aynı rotayı bir ileri, bir geri katetmek. Yolun başında ve sonunda yine sen varsın, yürüyor de sensin. Peki, bu iki ayrılık birbirinden ayıran o ince çizgi nedir? muhtemelen birinin daha sahici, daha yaşanmış olması.
Yalnızlığından şikayet eden, yani kendinden kaçmaya çalışan kişi, hayatın getirdiği o somut gerçeklerle yüzleşmiş, kadınların ağırlığı altında ezilmiş, sözüm ona hayatın yüklerinden uzaklaşmak istemektedir. Yalnızlığı arzulayan ise, henüz hangi gerçek burun buruna henüz bilmeden, hangi acıları tatmayacağından, kendisinden kaçmakla nasıl bir hayali yükün hareketli yolcusu rahatlayıp dinlenmeden sadece kaçmaktadır. İlkinde, yaşanan bir acının tetiklediği sahici bir arzu vardır; İkincisinde ise, büyük ölçüde bir hayal, bir illüzyon...
Kendisinden kaçmak elbette daha sessizdir belki de, ancak kendinden kaçmak çok daha kolay gelir insan. Demem o ki, basit ruhların yalnızlığında o içi boş yakınma, samimi hakikat arayışında olanların yalnızlığında o derin anlamdan doğar. kendisinden kaçan "bu adam ne anlatıyor?" diye sormasın, kendine kaçan "ne dediğini tam anlamadım" demesin diye, bu yalnızlık meselesini küçük bir örnekle, okumak arz etmek isterim: Benim yalnızlığım bana acı veriyor; Sezai Karakoç'un yalnızlığı ise, kendisine bir sığınaktı.